Sizi çok etkileyen bir şarkıyı, bir tabloyu, bir romanı, herhangi bir tasarımı düşünün.
Şimdi de sizde yarattığı duygulara odaklanın.
Duygular her ne kadar soyut bir formda olsa dahi, karşımıza çıkan ve etkilendiğimiz her şey onları somut hale getirir.
Duygu, esasında sadece yaşayan kişinin bildiği bir hissediştir.
Kişi bunu bir şekilde ifade etmedikçe fark edilmesi mümkün değildir.
Bir başkasının duygularını ancak somut bir ifadeleye yansıdığında fark edebiliriz.
Dolayısıyla duygu, bir tasarıma dönüştüğünde kişinin zekasını duygularıyla ilintili olarak görmeye başlarız.
Duygular, bir kez somut hale geldiğinde sadece duygunun sahibini değil, onunla karşılaşan insanı da etkiler.
O tasarım her ne ise - bir şarkı, bir tablo, bir roman veya içinden geçtiğiniz bir deneyim - içerdiği duygular karşıdaki kişi tarafından anlaşılarak onun tutum ve davranışlarını da etkiler.
Duygular, davranışlarımız ve yaşama dair tutumumuz üzerinde inanılmaz derecede güçlü bir etkiye sahip. Güçlü bir duygu, normalde gerçekleştiremeyeceğinizi düşündüklerinizi yapmak üzere sizi harekete geçirebilir.
Her ne tasarlıyor olursak olalım - bir ürün, bir hizmet, bir deneyim, bir marka - duyguları ve tetikleyeceği davranışları o yaratım zekasının içerisine özenle yerleştirmek kıymetli.
Bu yüzden, önce duyguların nasıl oluştuğunu ve ortaya çıktığını anlamak önemli.
Bu denli güçlü bir tetikleyiciyi açıklamak ve nasıl çalıştığını anlamak çok kolay olmasa da, insan duygularının nedenleri üzerine pek çok teori mevcut. Bunlardan bazılarına göz attıktan sonra, aklımıza düşenlerle devam edelim:
James-Lange Teorisi Duygu teorisinin en bilinen örneklerinden biridir. Bu teori, fizyolojik bir reaksiyona yol açan bir uyarıcı (dış etken) gördüğünüzde ortaya çıkar. Duygusal tepkiniz, fiziksel reaksiyonlarınızı nasıl yorumladığınıza bağlıdır. Örneğin, ormanda yürürken bir aslan gördünüz. Kalp atışınız hızlanır ve titremeye başlarsınız. Bu teoriye göre; vücudunuzdaki değişimler size Hagi duyguya bürünmeniz gerektiğini aktarır. Bu örnekte, fiziksel tepkilerinizi yorumlayarak korktuğunuz sonucuna varırsınız. “Ben titriyorum. Bu yüzden korkuyorum”. Bu duygu teorisine göre, korktuğunuz için titremiyorsunuz. Titrediğiniz için korkuyorsunuz.
Cannon-Bard Teorisi James Lange’ın aksine, insanların duyguları gerçekte hissetmeden, bazı fizyolojik tepkileri tecrübe edebileceğini öne sürdü. Örneğin; kalbiniz hızlı atıyor çünkü egzersiz yapıyorsunuz, ancak korku hissetmiyorsunuz. Cannon ayrıca, duyguların fiziksel ve psikolojik deneyimlerinin aynı zamanda gerçekleştiğini ve birinin diğerine neden olmadığını ileri sürdü. Örneğin; çevrede bir tehlike ile karşılaştığınızda, hızlı nefes alma ve hızlı kalp atışı gibi korku ile ilişkili fiziksel semptomları deneyimlemeye başlamadan hemen önce korktuğunuzu hissedersiniz. Bu teoriye göre, duyguları hisseder ve eşzamanlı olarak terleme, titreme ve kas gerginliği gibi fizyolojik reaksiyonlar yaşarız.
Schachter-Singer Teorisi İki faktörlü duygu teorisi olarak da bilinir. Bu teori, başta fizyolojik uyarılmanın gerçekleştiğini, sonra kişinin bu uyarılmayı bir duygu olarak deneyimlemesini ve sebebini tanımlaması gerektiğini ileri sürer. Buradaki kritik faktör, insanların bu duyguları tanımlamak için karşılaştıkları durumun bilişsel olarak yorumlanmasıdır. Örneğin; önemli bir matematik sınavı sırasında kalbiniz hızlı atıyor ve avuçlarınız terliyor. Bu duyguyu anksiyete olarak tanımlayabilirsiniz. Ya da başka biriyle aynı fiziksel tepkileri yaşıyorsanız, bu duygusal yanıtları aşk olarak da yorumlayabilirsiniz.
Bilişsel Değerleme Teorisi Bu teoriye göre, düşünce, duygulardan önce ortaya çıkar. Genellikle Lazarus’un Duygu Teorisi olarak adlandırılır. Bu teori, duyguların oluşumunu olaylar dizisiyle ilişkilendirir. Her şey bir uyaran ile başlar. Bunun devamında düşünce, fizyolojik bir tepki ve duyguların eş zamanlı deneyimlerine yol açar. Örneğin, ormanda yırtıcı bir hayvanla karşı karşıya geldiğinizde, büyük bir tehlike içinde olduğunuzu düşünürsünüz. Bu, daha sonra korku ile karışık, savunma ve savaşmayla ilgili fiziksel tepkilere yol açar.
Yüzsel Geri Bildirim Teorisi Bu teori, yüz ifadelerinin duyguları deneyimlemeye bağlı olduğunu göstermektedir. Duyguların doğrudan yüz kaslarındaki değişikliklere bağlı olduğunu savunmaktadır. Örneğin; sosyal bir ortamda zorla da olsa gülümseyen insanlar, etkinlik sırasında daha iyi vakit geçirirler. Tam tersi, kaşlarını çatan veya donuk bir yüz ifadesi ile vaktini geçiren insanlar, bu ortamdan çabucak sıkılacaklardır.
Sonuç olarak duygular, hayatımızı devam ettirmede ve kararlar almamızda en önemli varlıklarını devam ettiriyorlar.
Aristo’ya göre bireyin iyi bir hayat yaşaması, onun için neyin gerçekten iyi olduğu ile iyi gibi göründüğünün ayrımını yapmasına bağlı.
Böyle bir ayrımın yapılabilmesinde duygular, bireyin akılcı veya akıldışı olacak şekilde geniş bir yelpazede karar vermesine sebep olabilir.
Bütün bunlar duyguların olumsuz olduğu veya mantığa ters düştüğü anlamına gelmiyor elbette.
Aksine duygular mantığın tamamlayıcısıdır. Bilim adamları ve araştırmacılar da dahil olmak üzere hiç kimse, beynin nasıl çalıştığını, düşüncenin ne olduğunu ve duyguların kaynağını tam olarak açıklayamıyor.
Her halükarda duyguları açığa vurmak, onları bastırmaktan daha kıymetli.
Duyguların farkında olmak ve ifade etmek, bedene doğruluk ve gerçeklik akışını sağlıyor.
Duygular çok kuvvetli olduğundan, zeka ile onları açığa vurmanın farklı yollarını ve yöntemlerini bulmak yaratıcı işlerin oraya çıkmasında önemli bir rol oyunuyor.
Duygular bir çok araştırmanın da belirttiği gibi düşüncelerden bağımsız harekete geçmiyor.
Tam tersi duygular ve düşünceler birbirinin tamamlayan süreçler.
Yaşantımızda kararlar verirken inanılanın aksine yalnızca zekamızı kullanarak değil aynı zamanda duygularımızı da işin içine katarak daha etkili kararlar verebiliriz. Böylece duygu ve zeka bütünlüğünü sağlayarak, yaşam kalitesini arttırmış oluyoruz.
Seriyi ve bizi takipte kalınız.
Yeniyi hayal edebilenlere!
Sevgilerimizle.
Comentários